Yapay zekanın hukuki statüsüne değinmeden hemen önce içinde bulunduğumuz teknoloji çağının neredeyse vazgeçilmez gelişimi olan yapay zeka kavramını kısaca tanımakta fayda var. Yapay zeka, temelleri 1956 yılında atılan ve adına yapılan ilk resmi çalışmaların 1959 yılında başladığı, insanoğlunun ezelden beri zeki varlıklar yaratma güdüsünün bir sonucudur. Çok çeşitli kullanım alanları ve algoritmaları bulunsa da temelde yapay zeka, bir bilişim sisteminin derin öğrenme adı verilen metot ile denetimli veya denetimsiz eğitim aşamalarının ardından insansı kararlar verebilmesi prensibine dayanmaktadır. Yapay zeka kavramının tıpkı derin öğrenme gibi daha birçok alt prensibi ve metolojisi pekala bulunmaktadır fakat makalenin kalanında öncelik bu konuya verilecektir.
Bugün yapay zeka teknolojisi ve bu teknolojiyi kullanan birçok mekanik cihaz, üretimden tüketime, sağlıktan güvenliğe (saldırı ve savunma sanayi de dahil olmak üzere.) hatta ve hatta lojistikten indirdiğimiz birçok mobil aplikasyona kadar neredeyse dünyanın her yerinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır.
Bugün yapay zeka teknolojisi ve bu teknolojiyi kullanan birçok mekanik cihaz, üretimden tüketime, sağlıktan güvenliğe (saldırı ve savunma sanayi de dahil olmak üzere.) hatta ve hatta lojistikten indirdiğimiz birçok mobil aplikasyona kadar neredeyse dünyanın her yerinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır.
Yapay zekanın sağladığı avantajlar ile günlük hayatta yerini edinen milyonlarca akıllı sistemin hayatımızı kolaylaştırdığı su götürmez bir gerçektir. Peki yıllar geçtikçe ve yazılımlar geliştikçe, yapay zeka hayatımıza daha fazla etki etmeye başladıkça ve belki de şimdilik bebeklik evrelerine şahit olduğumuz dönemlerinin yalnızca anılardan ibaret kaldığı yakın bir gelecekte bu metodolojiye hakim akıllı sistemlerin hukuki durumu ne olacak? Bu kapsamda başta yapay zeka kullanan sistemlerin kişiliklerinin varlığına ve şayet elektronik de olsa ortada bir kişilik kavramı varsa hukuki açıdan sorumlu kılınıp kılınamayacağına hemen ardından doktrinlerimiz ile elde ettiğimiz bulguları Avrupa Parlamentosu Kararları’nın ışığında inceleyeceğiz.
Kişi, çağdaş hukuk sistemlerinin en önemli kavramıdır. Hukukun odak noktası kişi veya kişilerdir, hak ve borç sahibi olabilen; çekirdek, aktif, negatif haklarının çeşitli yasalarla korunduğu varlıklar hukuk sisteminde kişi olarak adlandırılır.
Kişilik, Türk Medeni Kanununumuzda ayrı bir başlık altında incelenmiştir. Kişiler de birçok insanın veya malın bir araya gelişi ile oluşan tüzel ve yalnızca insanı temsil eden gerçek kişilik (fiziki kişiler, tabii kişiler.) olmak üzere kendi içinde ayrılmaktadır. Gerçek kişiler hukuk düzenince herhangi bir fiziksel, etnik, etimolojik veya ekonomik vb. fark aranmaksızın yalnızca insan oldukları için borç alıp borçlanabilen, hakları olan ve ayırt etmeksizin diğer tüm insanlarla eşit varlıklardır. Bu bağlamda insan ana rahmine düştüğü andan itibaren hak ehliyetine sahip olmaktadır. Sözü geçen hak ehliyeti, kişiye mal sahibi olabilme, sözleşme yapabilme, yaptıklarından ve bulunduğu ülkenin vatandaşlığı neticesinde yapması gerekenlerin (vergi mükellefliği.) vb. iktidarına sahip ve sorumlu kabul edilir.
Tarihsel açıdan kişilik kavramı, tıpkı hukukumuzda temel aldığımız Roma Hukukunun meydana gelişinde önemli rol oynayan kölelikte olduğu gibi insani açıdan eşitlikten uzak, çok katmanlı bir yapıyla meydana gelmiştir. Tarih boyunca süregelen, insanları türlere ayırma mantığının fitili özellikle 19. yüzyılla birlikte ateşlendi. Başlarda kandaki kalsiyum-potasyum oranıyla yapılan bu ayrıştırma hareketi sonraları fiziksel ayıraçlar kullanılarak sürdürülmüştür. İlerleyen zamanlarda psikolojik parametreler aracılığı ile ayrıştırma işlemine devam edilen insanlık bugün birçok bilim çevrelerince türlere ayrılmasının oldukça yanlış olduğu kanısıyla daha değişik psiko-fizyolojik temeller ile tanımlanmaya çalışılmıştır. Psikolojide de en az hukuktaki kadar önemli bir yeri olan kişilik kavramı toplumsal hayatta kendine has özellikleri olan bireyleri benzersiz varlıklar olarak tanımlar.
Felsefenin doğuşu ile birlikte insan düşünen bir varlık olmaktan öte üzerine düşünülen bir varlık olmaya başladı. Felsefede kişilik kavramı beraberinde getirdiği ruh ve bilinç gibi paradigmalar ile birlikte işlenir. Aranan nitelikler bakımından hukuk ve felsefik düşünceler birbirinden ayrılsa da hatta yapay zeka kavramı hukuk doktrinlerinde tam anlamı ile incelenmemiş olsa da felsefik bakış açısında ruh, bilinç, duygular, özgür irade, yönelimsellik gibi kavramların bu konu hakkında yeterli donanıma sahip argümanlar meydana getirmesi ve hukuki eksikliği gidermesi beklenebilir. Bu sebeple yapay zekanın varlığına yönelik, kişilik ve varoluş tartışmalarında, tüm alanların (hukuk, tarih, felsefe) birikiminden yararlanılması gerekmektedir çünkü klasik karşılıklar çoğu zaman yetersiz kalmaktadır.
Bunca kavramın derinlemesine incelenmesi ve ortaya atılan iddiaların değerlendirilmesi üzerine yapay zekanın hukuki statüsü ile ilgili 2 temel teori üretilmiştir. Bunlardan ilki yapay zeka kullanılan akıllı cihazların eşya olarak kabul görmesi üzerinedir. Doktrine göre bahsedilen türde bir cihazın herhangi bir alet gibi gerçek veya tüzel kişilere aidiyetinden bahsedilmektedir. Bir makinenin şahıs olup olmadığına karar vermek gerçekten güç olmasına karşın milyarlarca dolar büyüklüğündeki bu endüstri ile elde edilen makinelerin evinizdeki sıradan bir buzdolabı veya televizyondan daha farklı olarak düşsel yeteneklere sahip olduğunu unutmamak gerekir.
Kendini durmaksızın geliştirme yetisine sahip olan adaptif cihazların giderek akıllandığı da düşünülürse eşya teorisi pekala askıda kalmaktadır. İkinci teori aynı cihazların köle olarak görülmesi üzerinedir. Bu teoriye göre yapay zeka basit bir eşya olarak kabul edilmemekte; ancak eşya statüsü dışında bir statüye sahip olması da beklenmemektedir. Bu görüşün taraftarları yapay zekanın insanların kölesi olması gerekliliğini savunur. Fakat modern hukuk sistemlerinde yeri bulunmayan kölelik kavramı aynı zamanda artık yerinin bulunmaması beklenen bir kavramdır. Zira kölelik sistemi az önce bahsedilen eşya sistemiyle oldukça benzer sebeplerden ve ilaveten çağ dışılığından ötürü tekerrürden ibarettir ve reddedilmelidir.
Kısacası kusurlu olan her iki teori yeni ve eşsiz bir yönetmeliğin gerekliliğini gözler önüne sermiştir. Tam da bu noktada Avrupa Parlamentosu 27 Ocak 2017 tarihinde bir dizi tavsiye kararı içeren Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komisyonu Robotik Tavsiye Raporu’nu yayımlamıştır. Yapay zekanın gelecekte yaratacağı problemlerin çözümüne değinen hukuki bir öğreti yaratmak ve bu çıkmazı net bir şekilde çözebilmek adına ortaya çıkan rapor, yapay zekanın bir kişiliğe sahip olması gerektiğini ve ek olarak bu kişiliğe tüzel ve gerçek kişilik kavramlarına ilaveten eklenen ve yeni bir tür olan elektronik kişilik denmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu yönetmelikler ile robotların adeta tüzel bir kişiliğe sahip olması neticesinde hem kişilik kazanımı hem de kendilerinden kaynaklı meydana gelen zararlarda davalı ve davacı rolünde yargı karşısında dava ehliyetine sahip olmaları amaçlanmaktadır. Yeni ifade hem kişiler hukuku bakımından hem de robotik biliminin hukuki statüsü bakımından çağ başlatacak nitelikte. Aynı zamanda yapay zekaların ceza hukukunda ceza ehliyetine sahip olabileceği görüşü de bu ve benzeri sebeplerle giderek yaygınlaşmaktadır.