Uluslararası hukuk düzeni, ulusal hukuk düzenlerindeki gibi bir yasama organına sahip olmadığından dolayı uluslararası örgütler üye devletlerin uluslararası hukuk düzenindeki faaliyetlerini düzenlemeye yönelik icraatta bulunurlar. Dünya Sağlık Örgütü, 193 ülkenin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler’e bağlı, her ulustan insanın mümkün olabildiğince en yüksek sağlık hizmetinden yararlanmasını sağlamak amacıyla toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan bir örgüttür. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Anayasası m.2/k’ye göre “uluslararası sağlık meselelerine ilişkin sözleşmeler, anlaşmalar ve tüzükler önermek ve tavsiyelerde bulunmak ve bu belgelerle Örgüte verilebilecek ve Örgütün amaçlarına uygun görevleri yerine getirmek” işlevidir.
Salgın hastalıkların önlenmesi denince ilk akla gelen, devletlerin yükümlülüklerini uluslararası hukuk düzenince bağlayan en önemli belge Uluslararası Sağlık Tüzüğü’dür. Tüzük başlangıçta kolera, veba, çiçek hastalığı, sarıhumma, tifüs ve tekrarlayan ateşi kapsamaktaydı. 2005 yılında başta Çin’in ve diğer ülkelerin SARS salgınıyla mücadelesinde etkisiz girişimleri başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, salgın hastalıklar listesine SARS ve türevi hastalıklar eklendi ve bu güncellemeyle Uluslararası Sağlık Tüzüğü(2005) olarak adlandırılmaya başlandı.
Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nün hukuki bağlayıcılığı
Tüzüğün amacı, 2.maddesinde belirtildiği üzere; uluslararası trafik ve ticarete gereksiz müdahaleden kaçınarak ve halk sağlığı açısından ortaya çıkacak risk ile orantılı ve sınırlı olarak, hastalıkların uluslararası yayılmasını önlemek, bu hastalıklara karşı korunmak, yayılmalarını kontrol etmek ve halk sağlığı açısından gerekli yanıtı vermektir.
Tüzüğün 2.maddesinden yola çıkılarak söylenebilir ki 194 üye ülkenin her biri olası bir salgın hastalık durumunda uluslararası yükümlülük doğurabilecek her türlü davranıştan kaçınmak süratli ve objektif bir biçimde bilgi toplamak ve paylaşmakla yükümlüdür.
Yine Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nün 6.maddesine göre her taraf devlet, kendi ülkesi dâhilinde meydana gelen olayları değerlendirmek, karar aracı uyarınca kendi ülkesi içindeki uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumuna yol açabilecek tüm olayları ve aynı zamanda bu olaylara yanıt olarak uygulanan herhangi bir sağlık önlemini halk sağlığı bilgilerinin değerlendirildiği 24 saat içinde, mümkün olan en etkin haberleşme araçları ile Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirmek zorundadır.
Bu maddelerden hareketle devletler, ülkesindeki vaka ve ölüm sayılarını, risk kaynağını, salgının yayılmasını etkileyen koşulları, uygulanan sağlık hizmetini gerektirdiği takdirde Dünya Sağlık Örgütü’ne zamanında ve objektif şekilde bildirmesi zorunludur. Bu yükümlülüğü ihlal eden devletlerin fiilleri haksız fiil teşkil etmektedir ve uluslararası hukuk düzenince yaptırıma tabiidir.
COVID-19 Salgınının Yayılmasında Çin’in İhmali mevcut mu? Haksız Fiil Sayılabilir mi?
Haksız fiil denince akla gelen en önemli belge uluslararası hukukta bağlayıcılığı olan Uluslararası Haksız Fiilden Ötürü Devletin Uluslararası Sorumluluğu ’dur. 2001 yılında Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından kabul edilen bu belgenin 1.maddesine göre ‘Bir devletin uluslararası bakımdan her haksız fiili, o devletin sorumluluğunu doğurur’.
Bir devletin uluslararası hukukta haksız fiil teşkil etmesi için ise bazı unsurlara sahip olması gerekir.
- Uluslararası hukuka göre devlete isnat edilebiliyorsa
- Devletin bir uluslararası yükümlülüğünün ihlalini oluşturuyorsa, haksız fiil vardır diyebiliriz.
Çin’in salgın konusundaki ihmallerini haksız fiil olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği yapılan ihmaller ve uğranılan mevcut zarar arasındaki illiyet bağının varlığı ile tespit edilmelidir. İlliyet bağının aranması, adaletli bir yargılama adına her hukuk dalında olduğu gibi uluslararası hukukta da oldukça önemlidir.
COVID-19 salgınının başlangıcından bu yana Çin Hükümeti karar alıcılarının üst üste attığı yanlış adımlar ve yaptıkları ihmâller, salgının tüm dünyayı saracak şekilde kontrolden çıkmasında önemli bir etken olduğu su götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla, Çin’in COVID-19 salgını sebebiyle uluslararası hukuku ihlâl edip etmediği ve bir uluslararası sorumluluğunun doğup doğmayacağı tartışmaları da oldukça yerindedir.
Çin, salgın hakkında ne kendi vatandaşlarına ne de Dünya Sağlık Örgütü’ne herhangi bir açıklamada uzun bir süre bulunmadı ve yapılmasına da ancak 20 Ocak’ta izin verdi. Salgının önlenmesi adına çok değerli haftalar kaybedildi. Hem virüsün genom dizilimi hem de tehlikeleri Dünya Sağlık Örgütü’ne apaçık paylaşılmış olsaydı, dünyanın salgını önlemek için daha fazlasını yapabileceği haftalar olabilirdi. Ancak salgının başında yapılan ihmallerin şu anki küresel krizle beraber Çin’e isnat edilmesi çok da doğru olmayacaktır. Diğer tüm ülkelerin salgına karşı zamanında ve yerinde hamleler attığı pek de söylenemez.
Tüm bu iddialar kabul edildiği veya ispatlanıldığı takdirde Çin, sorumlu devlet olarak diğer devletlere tazminat ödemekle yükümlüdür. Uluslararası hukukta tazminat, zararın onarımı ile mümkündür. Onarım ise Uluslararası Haksız Fiilden Ötürü Devletin Uluslararası Sorumluluğu‘ nun 34.maddesince eski hale iade, ihlalin kabul edilmesi, tazminat, resmi özür şeklinde gerçekleştirilebilir.
Sonuç olarak salgının ilk zamanlarında ülkelerin yeteri kadar ciddiye almayışı, alınan önlemlerin ve uluslararası belgelerin insanları olası bir salgın hastalıkta korumada yetersiz kalışı tekrardan ortaya çıkmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün covid-19 salgınında açıkça başarısız ve yetersiz oluşu yeni bir düzen anlayışının gerekliliğini göstermektedir. Küresel salgın yönetimi anlayışının siyasi çıkarlardan uzak, şeffaf ve bağımsız olması öncelik olarak amaçlanmalıdır. Sorumsuzluk, kötü yönetim ve örtbas etme anlayışı bizi hem ahlaken hem de fiziken hasta etti, etmeyeceği günleri umutla bekliyoruz.